30 Kasım 2009 Pazartesi

MODERN DÜNYANIN HİKAYE ANLATICILARI






YAZININ ORİNAL HALİ İÇİN TIKLAYIN:

KELİMELER ŞEHRİ

ALBERTO MANGUEL/ YAPI KREDİ YAYINLARI

idefix'ten satın al!
"Niçin kimliğin tanımlarını kelimelerde arıyoruz ve böylesi bir arayışta hikaye anlatıcısının rolü nedir? Dil, dünya tahayyülümüzü ne şekilde belirliyor, sınırlandırıyor ya da genişletiyor? Anlattığımız hikayeler kendimizi ve başkalarını algılayışımıza nasıl yardımcı oluyor? Böylesi hikayeler, bütün bir topluma, doğru ya da yanlış, bir kimlik ödünç verebilir mi? Son olarak, hikayelerin bizi ve içinde yaşadığımız dünyayı değiştirmesi mümkün müdür?”

Modern edebiyatın söz ustalarından biri olan Alberto Manguel, bu ustalığın son ürünü olan “Kelimeler Şehri”nin önsözüne bu sorularla başlıyor ve yapıt içinde bu soruların hepsini birer düğümü çözer gibi aydınlığa kavuşturuyor. Dünya edebiyatına Walter Benjamin’den miras kalan “Hikaye Anlatıcısı” kavramının yıllar sonra ete kemiğe bürünmüş bir halde karşımıza çıkması olarak yorumlayabiliriz Manguel’in eserini. Bu kendi küçük ama söylemi büyük eserin girişine çağımızın en can alıcı sorularından birini sorarak başlıyor Manguel. NEDEN BİR ARADAYIZ? Ve niyetini okura önceden fısıldayan El-Cahiz’den devraldığı büyülü bir sesle devam ediyor:

“ Bu soruyu her yönüyle parça parça, bağımsız bölümler halinde ele alacağım, çünkü bir bilgi alanından diğerine geçiş okuma keyfini ve şevkini körükler. Kitabımın bölümlerini kesintisiz bir metin olarak ve her seferinde seçtiğim konuyu tüketerek yazmaya kalkışsaydım, şüphesiz daha bütünlüklü, daha ayrıntılı ve daha soylu bir hal alacaklardı. Ancak ben uzun metinlerden korkarım ve sen, okur, gelişigüzel birkaç detayla bütünü kavrayacak ve başlangıcı öğrenerek sonu bilecek kadar saygın ve muktedirsin.” El_ Cahiz, Kitabü’l- Hayavan, IX. yüzyıl. 

Bu bütünlüklü ve yüzyıllar öncesinden Manguel’in devraldığı niyet, yazarın eserinde tam da anlatmak istediği noktayı özetliyor. Bir edebiyat eserinin sadece edebiyat içinde değerlendirilemeyeceğini öngören yazar, bu niyetini insanlığın ortak kültürel mirası olarak sayabileceğimiz eserlerle örnekliyor Kelimeler Şehri’nde.

Dil Varlığın Evidir şiarından yola çıkan eserde ilk durağımızı Antik Yunan’dan günümüze gelen en büyük lanet olarak yorumlayabileceğimiz, Kassandra’nın Sesi oluşturuyor. Apollon’un hiç kimsenin ona inanmaması koşuluyla kehanet yeteneği bahşettiği Yunanlı Rahibe Kassandra, şimdi de çağımızın yazarları olarak karşımıza çıkmakta Manguel’e göre. Bu tezini edebiyat dünyasında büyük çelişkilerin adamı olarak ünlenen Katolikliği kabul eden, Prusyalı bir Yahudi ve Rus devriminin ilkelerine karşı çıkan Radikal bir Sosyalist olan Alfred Döblin ile desteklemeyi seçen Manguel, dilin başkalarını sevme biçimi olduğunu da Döblin’in eserleri altında yorumluyor aynı zamanda.

Yüzyıllar önce yazılmış olan bir eserin günümüz sorunlarına çare olabileceğinin göstergelerini arayan Manguel’in karşısına çıkan Gılgamış Tabletleri okurun Kelimeler Şehri’ndeki ikinci durağını oluşturuyor. Edebiyat tarihinin ilk “kitap içinde kitap” örneği olan Sümer edebiyatının temsilcisi olan Gılgamış Destanı’nı, çağımızın tüm tartışmalarında sözü geçen “öteki” kavramsallaştırmasının da ilk yapıldığı eser olarak yorumluyor Manguel. Bu zamana kadar Gılgamış destanını ilk kez bu kadar farklı bir okumaya tabi tutan Manguel ekliyor, “Bütün hikayeler burada başlar”.

Ortak bir dil olgusunu nasıl yaratabiliriz sorusunu ilk sorduğumuzda karşımıza çıkan hikaye Babil Efsanesidir. Dilin ayrışması olgusunu da  ilk olarak irdeleyen bu efsane, Manguel’in “Neden bir aradayız ve nasıl bir arada kalabiliriz? Sorusuna da kaynaklık oluşturuyor. Modern dünyada Dilin Ötekileşmesi olarak yorumlayabileceğimiz sorunsalı bu efsane üzerinden yorumlayan yazar ekliyor, bir arada yaşamamızın koşulu Babil’in Lanetini çok dilliliğin lütfuna çevirebilmekte yatıyor. 

Tüm okumalar birer yorumdur ve her okumanın açığa vurdukları okurun koşullarına bağlıdır diyen Manguel, edebiyat eleştirmenlerinin çağımızda en çok üzerinde çalıştıkları bu hermeneutik meseleyi eserinin “Don Quijote’nin Kitapları” isimli bölümünde irdeliyor.

Felsefe, siyaset ve sosyoloji alanlarının ortak sorunsalı Neden bir aradayız? Ortak bir dil mümkün mü? Dil ve yabancılaşma, Kültür endüstrisi, Yazar kimdir? Gibi problemlere Edebiyat penceresinden yanıt veren Manguel, bu yolla edebiyatın sadece bir yazara ait olan cümleler toplamı olmadığını da gösteriyor aynı zamanda. Böyle bir söz ustalığı ve usta bir kütüphaneciliğin sahibi olan Alberto Manguel’in en önemli hocalarından birinin de evrenin kütüphanecisi olarak ün salmış olan büyük yazar Jorge Louis Borges olduğunu eklemekte fayda var. Kelimeler Şehri, edebiyat dünyasında Borges’in mirasçısı olarak ünlenen Manguel’in bu mirasa tüm benliğiyle layık olduğunun en güzel örneği kanımca. 1948 Buenos Aires doğumlu olan yazar, son yirmi yıldır Türkçe’ye çevrilmekte.  
Devamı

17 Kasım 2009 Salı

Hidayete Ermemiş Bir Agnostik / Hans Georg Gadamer



YAZININ ORİNAL HALİ İÇİN TIKLAYIN:

HAKİKAT VE YÖNTEM

HANS GEORG GADAMER/ PARADİGMA YAYINLARI

idefix'ten satın al!
“Hermeneutiğin ruhu, ötekinin de haklı olabilme imkânıdır. Kendini bil, Tanrı olmadığını bil anlamına gelir. Felsefe kişinin kendi cehaletini kabulüyle başlar ve biter.”                                                                                                                                                     “Bu kitabın açtığı uzun yolu kat etmek isteyen kişinin derin bir nefes alması ve çok sayıda engeli aşması gerekir. O gerçek bir şaheser, Hermeneutiğin Summa’sı, fakat aynı zamanda kontrol edilemez olanın, yani insanın sonluluğunun / sınırlılığının da şaheseridir.” Jean Grondin’in bahsettiği bu yapıt, Gadamer’in Hakikat ve Yöntem’inden başkası değildir.
 “Hakikat ve Yöntem”... Başlığı kadar içeriği de İddialı olan bu eser, Gadamer’in felsefi terminolojide Magnum  Opus’u olarak görülmektedir. Felsefi Hermeneutiğin (Yorum Bilgisi) başlangıcı sayılan Gadamer, bu büyük eserde sadece felsefenin değil, dünyada bulunan varlıklar olarak bizlerin en temel sorusunu soruyor: “Anlama Nasıl Olanaklıdır?” Bu soruya giden yolda Gadamer’in önüne çıkan zorluklar, aynı zamanda eserin de başlığını oluşturuyor. “Hakikat mi, Yöntem mi?” Bu çetrefil sorunun cevabını, daha yapıtın başlarında hemen veriyor filozof; “Ne Hakikat ne de Yöntem.” Diğer bir deyişle, kesin bir hakikat veya ona ulaşmayı garanti eden bir yöntem arayanlar, mutlaka hayal kırıklığına uğrarlar. Çünkü anlama ve sonucu olarak ulaşılan hakikat asla bir yönteme dayandırılamaz. Belirli bir yöntemle hakikate ulaşılabileceğini sanmak, modern dünyanın ve pozitivizmin yanılgısından başka bir şey değildir Gadamer’e göre. Dolayısıyla filozofun seçtiği bu başlık, aynı zamanda onun provakatif argümanını da oluşturmaktadır. Aynı durumu diğer bir alman filozof olan Martin Heidegger’in “Varlık ve Zaman” isimli eserinde görmemiz ise sadece bir tesadüf değildir. Yöntemini Heidegger’in doktora öğrencisi olduğu dönemlerde oluşturan Gadamer, hocasının felsefi yönteminin bir devamı ve geliştiricisi olarak da görülebilir. Heidegger’in “Dasein” üzerine olan yorumlarını ve yöntemini Hermeneutik alana uygulayan ve bu yolla Felsefi Hermeneutiğin başlangıcını oluşturan Gadamer’e göre, her Hermeneutik inceleme aynı zamanda bir Varlık incelemesidir. Çünkü anlama Yorumcunun-Varlığın durduğu noktadan başlar.
          Gadamer’in Hermeneutik tarihini yapı-söküme uğrattığı nokta tam da burasıdır. Kendisinden önce gelen Schleiermacher ve Dilthey’ın tersine metnin anlamının okuyucu tarafından belirlendiğini söyleyen Gadamer’e göre, “Daima metnin anlamı yazarın niyetini aşar.” Gadamer’den önce Hermeneutik geleneğin metne yaklaşımı hep yazar merkezli olmuştur. Hatta Hermeneutiği özel bir alandan (teoloji, hukuk) çıkarıp evrenselleştiren Schleiermacher bile bir metni yorumlamak için okuyucunun kültürel bilincinin yazarın bilincine erişmesi gerektiğini savunmuştur. Gadamer ise bunların tersine, anlamanın aynı zamanda yorumlamak olduğunu savunmuş ve Dasein’a (Varlık’a) bağlı yorum olmaksızın dünyanın tecrübe edilemeyeceğini saptamıştır. Dasein’a bu anlama-yorumlama esnasında eşlik edecek olan kavramlar ise oldukça şaşırtıcıdır. Aydınlanmanın ve Modernitenin kötülediği Ön-yargı ve Gelenek kavramları Gadamer’de olumsal bir içeriğe bürünür. Filozofa göre, anlamanın ön-koşulu olan Önyargılarımız ve anlamamıza imkân veren Gelenek olmaksızın içinde bulunduğumuz dünyayı yorumlamak mümkün değildir. Sonuç olarak anlama, Dasein’ın İçinde - Yaşadığı - Dünya - İle tecrübe ettiği Varoluşsal bir eylemdir ve bu eylemi gerçekleştirirken nesnel olmayı öne sürmek, Pozitivist bir kuruntudan başka bir şey değildir.  
            Beşeri Bilimlerin nesnellik iddialarının ayyuka çıktığı çağımızda, bu durumu tersten okumayı özendiren bu büyük felsefi yapıt, Hüsamettin Arslan ve İsmail Yavuzcan’ın ortak ve değerli çabası doğrultusunda Paradigma yayınları tarafından dilimize kazandırıldı. Konu yorum ve anlam olunca tercüme faaliyeti de daha çok önem kazanıyor kanımca. Hermeneutik bir eylem olarak tanımlayabileceğimiz tercüme, bu eserde Türk okuyucusuna birçok kavramı temellendirme noktasında da bir başvuru kaynağı oluşturuyor. Ancak, tercüme esnasında bazı kavramların orijinaline sadık kalınmasının o kavramları çevirmekten daha anlamlı ve anlaşılır bir durum olmasını bu eserin çevirisinde de görmekteyiz. Yazı boyunca Hermeneutik olarak kullandığım ve evrensel metinlerin çoğunda bu haliyle karşımıza çıkan terimi, kitabın çevirmenleri Hermenöytik olarak karşılamayı seçmişler. Bu durum okuma ve anlama zorluğundan başka bir şey yaratmıyor kanımca. Bu durumun kitabın baskıya hazırlanan diğer ciltlerinde değiştirilmesi, konusu anlama ve yorumlama olan bir eseri büyük bir çıkmazdan kurtaracak ve okuyucuya yapıta daha fazla nüfuz edebilme şansı verecektir. 
Devamı
Tema resimleri Ollustrator tarafından tasarlanmıştır. Blogger tarafından desteklenmektedir.

© 2011 Zeynep Ceylan, AllRightsReserved.

Designed by ScreenWritersArena | Türkçeleştiren: Furkan Özden