YAZININ ORİNAL HALİ İÇİN TIKLAYIN:
Ölümcül Hastalık Umutsuzluk
/Doğu Batı Yayınları
idefix'ten satın al!
idefix'ten satın al!
"Bu anlatım biçimi birçok okuyucuya yalın gelebilir; bu biçim tasarlanıp gerçekleştirilemeyecek kadar kuru gelebilir, spekülatif bir kesinliğe sahip olamayacak kadar fazla ayrıntılı görünebilir. Çok mu ayrıntılı bilmiyorum; çok mu kuru zannetmiyorum ve eğer bu biçim gerçekten öyleyse bu bana göre büyük bir eksiklik olurdu.”
Soren Aabye Kierkegaard
Modern Varoluşçuluğun
kurucusu olarak nam salan ve buna paralel ironik biçimde soyadı
“Mezarlık” anlamına gelen Danimarkalı filozof Soren Aabye Kierkegaard’ın
felsefi düşüncesindeki temel kavramların kapsamlı açıklamasını içeren
“Ölümcül Hastalık Umutsuzluk” isimli eseri Doğu-Batı Yayınları
tarafından dilimize kazandırıldı. Modern felsefede başta Heidegger
olmak üzere pek çok ismin (Jaspers, Sartre) düşüncesini felsefelerinin
temeline yerleştirdiği Kierkegaard’ın bu önemli eseri inanç ve akıl
diyalektiğinin bir analizi olarak önümüzde durmakta. Filozofun
Aydınlanma’nın akıl anlayışına karşı geliştirdiği bu inanç savunusu tüm
eserlerinde hâkim bir tema olarak karşımıza çıkmaktadır. Aydınlanma
anlayışının “İnsan Akıldan İbarettir” önermesine karşılık, Kierkegaard
Korku’dan, Titreme’den ve İnançtan bahseder. “Yaşamın
Akışkanlaştırılması”nı içeren bir felsefedir onunkisi. Etkilerini
sonrasında Heidegger, Nietzsche, Jaspers gibi yaşam filozoflarında
görebileceğimiz bu felsefi anlayış, dünyanın içerisinde varolanlar
olarak bizlerin gündelik hayatta göremediğimiz “Gerçek Gerçekliğin”
keşfine odaklanmaktadır. 19.yüzyıl sonlarının hâkim teması olan bu keşif
aynı dönemde pek çok düşünürde de karşımıza çıkmaktadır. Aklın
arkasındaki istenci arayan Shopenhauer, tarihin arkasındaki biyolojiyi
araştıran Darwin, tinin arkasındaki ekonomiyi çözümleyen Marx ve nihayet
kurgunun arkasındaki ölümlü varoluşu sorgulayan Kierkegaard. Çok
sonraları Martin Heidegger’in “Dünyanın Dünyalanması” olarak
tanımlayacağı bu felsefi anlayış varlık imkânlarını araştırmak adına
tasarlanmış bir sistemdir. Kierkegaard’ın Varlık eleştirisi de bu
noktada başlar. İçine varoluşu katmayan bir inancın olamayacağını
savunan Kierkegaard’ın yaşamı akışkanlaştırma düşüncesini, katı
kurallarla sabitlenmiş olan ve varlığı göz ardı eden Hıristiyanlık
inancını diriltme biçimine dönüştürdüğünü söylemek mümkündür kanımca.
“Öznellik Hakikattir” şiarından yola çıkan Kierkegaard, aynı zamanda bu
hakikate akılla ulaşılamayacağı gerçeğini de belirterek; düşüncesinin
temelindeki “Paradoks” kavramını inşa etmiştir. Ölümcül Hastalık
Umutsuzluk eserinde de belirttiği üzere özelde Hıristiyan inancının,
genel olarak ise inancın özü paradoksaldır Kierkegaard’a göre.
Düşüncenin, düşünemeyeceği bir şey bulma çabası olarak tanımlanan inanç,
varoluşun da özüdür aynı zamanda. Varlığı ortaya çıkaran inanç ve
varoluşu kavramlarla anlatmanın olanaksızlığını vurgulayan Kierkegaard’a
göre ölümlü varlıklar olarak bizlerin inancı yakalaması ve dolayısıyla
var olması sadece bir “An”dır. Bunun dışında düşünce ve varoluş
birleşemez özelliklere sahiptir. Çok sonraları Carl Schmidt’in siyaset
felsefesine ve Heidegger’in varlık anlayışına da nüfuz eden
Kierkegaard’ın “An”ında, Tanrı yaşamın içine dalar ve birey inancın
üzerine sıçramaya cesaret etme kararını vermeye çağrıldığını duyumsar.
Böyle bir anda bireyi Mesih’ten ayıran “Tarihsel Zaman” anlamsızlaşır.
Bu mesajın hitap ettiği kimse Mesih’le “eşzamanlı” olarak var olur.
Filozofun “Magnum Opus” u olarak tanımlanabilecek “Korku ve Titreme”
eserinde seçtiği anlatı da bunu özetler niteliktedir. Varlığın özgürlüğü
seçtiği anda çatışma ve korkuyu bir arada yaşadığını düşüncesinin
temeline yerleştiren Kierkegaard, bu “Ruh Hali”ni İbrahim Peygamber
örneği üzerinden anlatmayı seçmiştir. İbrahim Peygamberin oğlunu kurban
etme girişiminin içinde varoluşun sonucu olan inancın akıldışı,
paradoksal ve anlaşılmaz yanını çok açık biçimde bulabileceğimizi
betimler.
Sonlu ile sonsuzun, zamansal olanla ebedi olanın, tinle maddenin,
özgürlükle zorunluluğun bir sentezi olarak insan bu çatışmaların
varlığını görmezden gelip, sonlu varlığının içine kapanırsa “Umutsuzluğa
Düşer”. Ölümcül Hastalık Umutsuzluk eserini özetleyen cümle budur
kanımca. Varoluşu eserin pek çok yerinde “Kendi olmaya cesaret etmek”
biçiminde tanımlayan Kierkegaard, bu cesaretin ortaya çıkmamasını ya da
göz ardı edilmesini “Umutsuzluk” olarak tanımlamaktadır. Eserin ilk
bölümünü bu durumun tespitine ayıran filozof, 2. Bölümde “Umutsuzluğun
Nasıl Sağaltılacağı” konusuna odaklanmaktadır. Birinci bölümde yer alan
“Umutsuzluğun Somutlaşma Biçimleri”nden en önemlisi inancın olmayışının
yarattığı umutsuzluktur filozofa göre. Ölümü bir son olarak gören Varlık
umutsuzluğa düşmeye mahkûmdur, çünkü umutsuzluğun özü yaşamın hiçbir
şey olmadığı inancıdır. Ölümü bir son olarak görmeyen ve dirilişe inanan
Hıristiyanlığın içindeyse bu umutsuzluğa yer yoktur. Son umudun
eksikliği olarak ortaya çıkan umutsuzluk, Kierkegaard’da “Ölümü Ölmek”
ile eşanlamlıdır. Varlığın “Varoluş” alanına inanç ile sıçrayabileceğini
savunan filozofta asıl umutsuzluk tüm bahsedilenlerin toplamı olan
“Kendinden umutsuzluğa düşmek” olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kierkegaard’ın aynı zamanda en büyük günah olarak da tanımladığı bu
durumda, insan kendi olmak için Tanrı’ya bağlanmalıdır. Kendi haline
gelemeyen ise hep umutsuz olur. Günahı bir olumsuzluktan ziyade bir
“konum” olarak tanımlayan Kierkegaard'da günahın özü tıpkı Sokrates’te
olduğu gibi “Bilmemek” olarak karşımıza çıkmaktadır.
Öne sürdüğü tüm tezler sadece inanç alanına dâhilmiş gibi görülüp
teolog damgası vurulan Kierkegaard, düşünce ve inanç arasındaki keskin
sınırı çizmesi, varoluşun sadece akılla mümkün olmadığını belirtmesi ve
varoluşun ayrılmaz bir parçası olan tinselliği öne çıkarmasıyla önemli
bir varoluş filozofu olduğunu da kanıtlamıştır kanımca. Varoluş
kavramını ilk kullanan filozof olarak kendinden sonra bu alanda çalışan
tüm filozofların düşüncesini miras alması da bunu ispatlar niteliktedir.
Bu zamana kadar bahsedilen Kierkegaard felsefesinin tüm kavramlarını
ayrıntılı bir biçimde bulabileceğimiz “Ölümcül Hastalık Umutsuzluk”
Türkçe felsefe
literatürüne yeni bilgiler eklese de eserin çevirisi bu kavramların
tartışılmasını engelleyebilecek bir nitelikte kanımca. Aynı eseri
Türkçeye daha önce de Ayrıntı Yayınları bünyesinde çeviren M. Mukadder
Yakupoğlu’nun çeviride kullandığı dil ve terminoloji felsefi olarak
eserin içerdiği anlamı kısırlaştırmakta ve felsefi anlamda en çok da
hatipliği ile tanınan Kierkegaard’a büyük bir haksızlık içermekte.
Okumayı ve anlamayı güçleştiren kavramların( gücül, gerekircilik…)
montaj tekniğiyle esere iliştirilmesi bir yana, yapılan en büyük hata
eserin orijinal ismine sadık kalınmaması olmuş bence. İngilizce ve diğer
dillere “Ölümle Sonuçlanacak Hastalık” olarak çevrilen( ki iki başlık
arasında mantık olarak çok büyük farklar var) bu önemli eserin Türkçe
çevirisinde alt başlığa da yer verilmemesi( Dinsel Canlandırma ve Uyanış
için İsevi Ruhbilimsel Bir Anlatı) eserin iletmek istediği asıl mesajı
gölgede bırakmaktan başka bir işe yaramamış. Kanımca Kierkegaard üzerine
yapılan teolog/filozof tartışmasına girmemek için çıkartılan bu alt
başlık, tam da içerdiği anlam ile bu tartışmaları sonlandıracak
niteliktedir.
Bir şeyden umutsuzluğa düşmenin gerçek umutsuzluk sanıldığı çağımızda,
asıl umutsuzluğun insanın kendinden umutsuzluğa düşmesi olduğunu
kulağımıza fısıldayan Kierkegaard, Modern dünyanın psikoloji,
psikoterapi gibi alanlarda çözüm aradığı “Ölümle sonuçlanacak Hastalık
umutsuzluğa” felsefi bir pencereden bakma olanağı sağlamaya devam
ediyor.
0 yorum:
Yorum Gönder